Permakültür çalışmalarına, doğada yaşamaya ve doğanın işleyişlerini anlamaya başladıktan sonra önceleri farketmediğim çok şeyi anlamaya da başladım.
İnsanların çoğu hayatının çoğunu yakın çevresinde, evinde/semtinde/şehrinde günlük koşturmalar içinde geçiriyor. Bireysel etkimiz yaptıklarımız/yapmadıklarımızla daha fazla bu yakın çevrede görülüyor olsa da; dünyanın geneline de az/çok etkimiz olabiliyor. Mesela kullandığımız fosil yakıtlı araçlarla havaya saldığımız sera gazları tek başımıza az olsa da milyarlarca insanın toplamında devasa boyutlara erişiyor ve küresel iklim değişikliğine yol açıyor.
2020 başında yedi buçuk milyara yaklaşan ve artamaya devam eden insanlık nüfusu, doğal/yaşam kaynakları kısıtlı olan dünyamız üzerinde gittikçe artan baskılara/gerilimlere, denge ve döngülerin hızla bozulmasına neden oluyor. Doğada artan gerilimin insan topluluklarına yansımaması mümkün değil. Dünyada her şey birbirine bağlı.
2019 yılı Belentepe Çiftliği çevresinde normal dışı, zor bir yıl oldu. Bahar erken geldi. Şubat’ta meyve ağaçları tomurcuklanmaya başladı, ama Mart ve Nisan’da don yaptı. Kiraz, vişne ve erik ağaçlarında büyük meyve kayıplarına neden oldu. Nisan öyle kurak geçti ki, bahçeleri elle sulamak zorunda kaldık. Haziran başında bir miktar yağış aldıktan sonra yağışlar kesildi ve Kasım sonuna kadar kayda değer, toprağın içlerine işleyen bir yağmur almadık. Haziran sonuna doğru yıllardır kullanmakta olduğumuz, 100 metre derindeki su kuyumuz kurudu. Civardaki yeraltı su kaynaklarında ciddi azalmalar oldu. Önceki yıllarda alışageldiğimiz gibi Temmuz’dan Ekim sonuna kadar aşırı sıcak ve bir kurak dönem yaşadık. Bahçelerimizi ve yeni dikilmiş ağaç fidanlarımızı yaşatabilmek için yoğun çaba gösterdik.
İklim değişikliğine karşı arazimizde yapabileceğimiz en etkili çalışma, tüm alanı ‘gıda ormanı’na döndürmektir. 2019 Kasım’ında gerçekleştirdiğimiz ‘Gıda Ormanı Atölyesi’ ile son boş kalmış alanları da bitkilerle buluşturduk. Toprak yüzeyi yonca (baklagil) otlarla kaplı. Yaz öncesi biçip, yatırıyoruz ve toprağı aşırı sıcaktan, su kaybından korumaya çalışıyoruz. Büyüyecek tepe ağaçlar da zamanla aşırı güneşi, sıcağı ve rüzgarı keserek araziyi, doğasını koruyacak.
2019 yılı sonuna doğru Avustralya’da meydana gelen devasa yangın haberleri ile sarsıldık. Yaz boyunca 40 derecenin üzerinde sıcaklarla boğuşurken, Eylül’de başlayıp 4 ay boyunca dinmeden devam eden yüzlerce devasa yangın sonucunda 63 bin km2 alan yandı (Türkiye yüzölçümünün %8’i). Yerel canlı hayatında devasa ölümler oldu. Bu yangınlardan dolayı havaya 400 milyon ton CO2 salındı – yıllık salımlarının üçte ikisi kadar. (Geçen yıl Avustralya CO2 salımı toplamı 530 milyon tondu; toplam küresel salımın %1.3’ü).
Yereldeki gözlemlerim üzerine, bir de Avustralya’daki bu devasa yangınlar da gelince, iklim değişikliğinde bazı kritik eşiklerin aşıldığını düşündüm. Nitekim 2019-2020 kış aylarında pek kış, soğuklar yaşamadık ve kutup bölgelerinde sıcaklık rekorları kırıldı. Doğada bu normal dışı gelişmeler yaşanırken, insanlar normal hayatlarına devam ediyor ve hala insanlığın çoğu küresel gidişatı farketmiyor, önemsemiyordu.
İnsanoğlu, teknolojisi ile kendini doğanın hakimi gibi hissedip, doğayı yoketmeye, denge ve döngülerini bozmaya devam ederken; kendinden çok daha büyük güçlerin mevcudiyetini görmüyor.
2019 sonunda Çin’in Wuhan eyaletinde önceden bilinmeyen bir virüs (korona virüsü) insanlara bulaşmaya başladı. Çıkış noktası yabani hayvanların satıldığı bir market- Çin’liler orman yaban hayvanları, köpek, kedi, yılan dahil türlü hayvan ve böcekleri yiyorlar. Bu yeni salgını duyduğumda, kurslarımda ‘Ormanlar’ konusunda anlattığım Afrika Tropik Yağmur Ormanları’ ve Ebola salgını aklıma geldi. Dünyada çok az insan eli değmemiş doğal orman kaldı ama bunları korumak yerine yoketmeye, içlerine doğru yayılmaya devam ediyoruz. Bu bölgelere yerleşenler orman içlerinden yakaladıkları canlıları öldürüp yemeye devam ediyor. Ebola salgını ile ilgili ünlü ‘Scientific American’ dergisinde yayınlanan bir makale şuna dikkat çekiyordu:
İklim değişikliğinden kaynaklanan normal dışı aşırı yağışlar veya kuraklık olduğu dönemlerde Ebola, salgın haline gelip yayılmaya başlıyor. .. ‘Bugüne kadar Ebola insanların seyrek olduğu bölgelerde başladığı için kontrol edilebildi. Ama insanlar gittikçe o doğal ormanların içine giriyorlar, bu potansiyel hastalıkla karşılaşma olasılığı gittikçe artıyor ve bir de eskiden orman, doğal alan olan yerlerde yoğun kasaba, kentlerde yaşıyorlar. Hastalığın bu yoğun yerlere yayılması an meselesi…’
Doğayı yokederken, denge ve döngülerini bozarken, doğanın tepki vermemesi mümkün mü? Hele ki Dünyanın küresel işleyişleri ve kendini regüle etme, koruma mekanizmaları da varken… Havaya artan oranda sera gazı salmaya devam edersek, sıcaklıklar da artmaya devam edecek ve bazı bölgelerde anormal kuraklıklar, yangınlar yaşanacak… Buzullar eriyecek, deniz su seviyeleri yükselecek. Normal dışı afetlerin sayısı ve şiddeti artacak. Ormanları yoketmeye devam edersek, orman içlerine girdikçe oralarda önceden karşılaşmadığımız hastalıklarla da illa ki karşılaşacağız, ve belki de bir tanesi çıkacak tüm küresel insanlık işleyişini tehdit edecek…
Korona virüsü hızla yayılıyor. Ülkeler salgını durdurabilmek için önlemler alıyor, şehirler, bölgeler karantinaya alınıyor. Sınırlar kapatılıyor. Küresel çapta belirsiz, kaotik bir döneme girildi. Ne çapta etkisi olacağını hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama bu süreçten dersler çıkarmamız çok önemli. Öncelikle mevcut küresel insanlık sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu farkedeceğiz. Domino etkisi gibi, her şey birbirini tetikliyor. Küresel ticaret yavaşlıyor, tedarik zincirleri tekliyor. Mevcut sisteme bağımlılığımız ne kadar fazla ise o kadar daha fazla etkileneceğiz. Yerelde kendi kendine yetebilen yaşama doğru dönüşün önemini farkedeceğiz.